25 Ağu 2011

ABD' de el yazısı yerine





ABD de okullarda el yazısı yerine klavye eğitimi verilmesinin standart olarak kabul edilmesi ve bu standardın farklı eyaletlerde uygulanması veli, eğitim uzmanı ve politikacıların tartışmalarına neden oluyor. Bazı eğitimciler iki yeteneği birden edindirmek için zaman olmadığını söylerken, bazı bilim adamları da el yazısı becerisinin nörofizyolojik bir olgu olduğunun ve zihni geliştirdiğinin altını çiziyorlar.









  • Okullarda el yazısı öğretmeye son veren ABD eyaletleri arasına Indiana'dan sonra Havai’de katıldı. Böylece el yazısı dersi­ni zorunlu ders olmaktan çıkaran ABD eyaletlerinin sayısı 44'e yükseldi. ABD'de yeni müfredatla el yazısı yerine klavye dersi öğrencilerin klavye ile yazma yete­neklerini geliştirmelerine ağırlık verile­cek. Yetkililer, internetle iletişim çağında Gençleri bu şekilde modern dünyaya da­ha iyi hazırlayacaklarını söylüyorlar. An­cak ABD okullarındaki bu eğilimi eleşti­renler de çok. Bu çevreler, harfleri itinay­la birleştirerek yazmayı öğrenmenin yüz­yıllara dayanan bir gelenek olduğunu ve el yazısının sadece güzelliği için değil, hayatta lazım geldiği için de öğrenilmesi gerektiğini savunuyorlar. California'da bir okul müdürü olan Paul Sullivan, el ya­zısının hızlı yazı yazmaya imkân tanıma­sının yanı sıra beyni de daha akıcı düşün­meye ittiğini söylüyor. Sullivan, el yazısı derslerinin edebiyattan daha iyi anlayan ve kelimelerle daha yakın bir ilişki kuran çocuklar yetiştirdiğini belirterek, klavye odaklı eğitim sisteminin yaygınlık kazan­masından rahatsız olduğunu kaydetti. Fa­kat başka çok sayıda okulun müdürü, ço­cuklara hem klavyede yazma yeteneği ve­rip hem de el yazısını öğretecek zamanın olmadığını söylüyorlar. Indiana eyaletin­de klinik psikolog olan Dr. Scott Hamil­ton, "Çocuklar el yazı yerine vakitlerini çok daha verimli şekilde kullanabilirler" diyerek yeni sisteme destek verdi.


KLAVYE İLE BİR OTURUŞTA 3 SAYFA




  • Kızı Indiana'da bir okula giden ba­ba ]erry Long ise, "İmza atmasını
    bile­meyen bir gençlik mi yetiştiriyoruz?" diye sorarak, yeni sistemden
    duyduğu şüpheyi ifade ediyor. ABD'de artık nere­deyse her eyaletin kabul
    ettiği ortak standartlar listesinde, okullarda el yazı­sı şart görülmüyor.
    Buna karşın, II ya­şındaki bir çocuktan tek bir oturuşta en az 3 sayfa
    yazıyı klavye ile yazmasının Beklenmesi gerektiği söyleniyor.
    Bu kararı eleştirenler yazının karak­ter inşasında yaşamsal öneme sahip bir
    ye­tenek olduğunu söylüyorlar. ABD'de 2010 Haziran'ında çıkarılan Eğitimde
    Ortak Ana Standartlarında ise el yazısı dersi zo­runluluğu bulunmuyor. Bu
    standardı her eyalet kendi sistemine adapte ediyor. Ka­rara göre okullar el
    yazısına yerel bir stan­dart olarak devam edebilir veya el yazısı dersini
    tümden kaldırabilir. Buna karşın SAT testi gibi sınavlar ABD'de el yazısı ile
    yapılıyor ve bu sınavlarda hızlı yazmak başarı getiriyor. University of Western
    Ontario' dan Perry Klein "Bir öğrenci harfleri akıcı bir şekilde yazarsa içerik
    ve dile yoğunlaş­maya başlar" diyor. ABD'li bazı uzmanlar ise el yazısının
    imzalarda, zarfların üs­tünde, harflerde kullanılan kaybolan bir sanat
    haline geleceğini düşünüyorlar. Karara karşı çıkanlar yazı yazmanın bey­ni
    geliştirdiği ve yazı yazmayı öğrenme­nin zekâ potansiyelini arttırdığını
    söyledi.


  • ABD'de bu gelişmeler olurken biz de Türkiye'deki uzmanlara el yazısının önemini ve eğitime yansımalarını sor­duk. Klinik psikoloji tabanı üzerine grafoloji (el yazısı bilimi) doktorası olan Dr. Nursu Marmara ABD'de okul­larda geçerli olan bu kararın "insana karşı işlenen büyük bir hata" olduğunu söyledi. Marmara "El yazısı nörofizyo­lojik bir olaydır. Göz, el ve beyindeki koordinasyonla ilgilidir. Bu konuda kli­nik psikolojide çalışmalar vardır. Bun­lardan bir tanesi organisite denilen be­yin ve sinir sisteminde organik bir bozukluk ve sorun olup olmadığını ortaya çıkaran bir çalışmadır. Özellikle epilep­si gibi birçok nörolojik hastalıklar ya­nında çocuklar arasındaki madde kulla­nımında meydana gelen beyin hasarları tespit edilebiliyor. Madde kullanımında bir ilerleme varsa nöronlar zarar görme­ye başlamışsa grafoloji çalışması bunu ortaya çıkarır. Çünkü el yazısı bir grafik üründür. Sorun olduğunda göz ve el koordinasyonu bozuluyor. Hatta iş mü­racaatları özellikle el yazısı ile alınıyor. Çünkü el yazısından kişilik profili çıka­rılıyor. El yazısı insanın kendini ifade yollarından en önemlisidir" dedi. Türkiye'de okullarda harflerin bir­birine bağlantı çizgilerine tekrar geriye dönülmesinin çok iyi bir karar olduğu­nu söyleyen Marmara, yazı incelemele­ri sırasında kitap harfleri ile yazılmasının bile çok şey kaybettirdiğini söyledi. Marmara, el yazısındaki bağlantıların kişiye özel olduğunu söyleyerek taklit edilemeyeceğini belirtti. Marmara, "El yazısı gelişimini hız­landırır, zihni faaliyetlerini hızlandırır. Okuyan ve yazan insanlarda demanslar kolay kolay olmuyor. Çünkü beyin nöronları sürekli etkileşim halinde oluyor. Bilgisayar yazısında ise aynı şey olmu­yor. Çünkü bir harfin şeklini el, göz ko­ordinasyonu ile becerebilmek bir geli­şim süreci ister. Belli bir yaştan önce in­san zaten kas ve göz koordinasyonu ye­terli olmadığı için yazı yazamaz. Önce çizgiyle başlıyor. Ama form meydana getirebilmek bir sanat eseri meydana getirebilmek gibi nörofizyolojik maha­ret istiyor" Kalabalık sınıflarda çocukla­rın öğretmenlerin dikkatinden kaçabil­diğini ifade eden Marmara, orta­öğretimde yaptıkları bir çalışmayla el yazısından her bir çocuğun sorunlarını tespit edebildiklerini belirtti.

27 May 2010

‘DUMANIN AĞIRLIĞINI’ ÖLÇER GİBİ

  • Çocuk ve iletişim, çocuklarla sağlıklı iletişim keşke erişkinle iletişimin temeli olabilseydi. E.fromm’un “Sevme Sanatı”nda olduğu gibi.İnsanla iletişim ise ana karnında başlıyor artık.Öylesine etkili bir yöntem ki devlet politikalarına yön veriyor.

    Ergenlik neredeyse 25 yaşlara kadar sürüyor ve üstelik bu durum kültür ve iklim farklarına bağlı olarak değişebilir…

    Ergenlik öncesi püberte kızlarda 11 – 13 yaşlarında , erkeklerde 12- 14 yaşlarında “negatif tavırlarla”, ilk adölesan 16 -17 yaşlarından 21’lere kadar “acemilikle” ve son adölesan dönemi de 21 yaşlarına kadar” bir gösteri dönemi “olarak kendini belli eder ve beynin bütün fonksiyonları 25 yaşına kadar tamamlanır…

    Bu bio-psiko-sosyal sürecin her devresinde, çocuğun ortalama olarak başarması gereken seviyeler vardır. İşte bu seviyelere ulaşıp ulaşamadığı – sürecin gidişatı gözlemlenecektir. O halde bebekle iletişimin yoğunluğu ve süresi gelişmenin dönüm noktalarına göre değişmelidir. Çocuğa uygun olan iletişimi, bilgiyle bilerek ve zevkle göze almalıyız ki, gelişimin getirdiği değişim dalgalarıyla “Yükselen Bir Atın Sırtından İnip, Alçalan Bir Ata” binebilelim. İşte iletişim…

    Çocuk ve ergenle iletişim , psikolojinin bütün kapsamı içindedir. Ancak, çocuk psikolojisi olgunlaşmaya doğru bir süreçtir ve yollarında olgunluk krizleri, özdeşleşme süreçleri de vardır.

    Ergenler sürekli bir yeniden düzenleme içinde olan, dürtüsel bir işleyiş gösterirler. Başka düzeylerde bağların çözülmesine karşılık, yeni dürtüsel bağlar oluşturmaları gerekir. Saldırganla özdeşleşerek, hem ondan korkmaktan kurtulup, hem de o kadar güçlü olmak gibi. 15-18 en kritik yaştır.

    Görsel ve yazılı iletişim araçlarının çocuk ve gençlere zarar vermediğini düşünüyorum ben. - sürekli zararlı olduğu söylenip duruyor. Zira bu araçlarla gencin – çocuğun arasına girer siz kendiniz filtre olursunuz. Onlarla iyi ve güzeli ve çirkini tartışarak onlara saygı göstererek.

    Şu sokağa kaçan çocuklarımız da evden çıkmakla gayet sağlıklı davranıyorlar. Sokakları temizleyelim. Asıl tehlikeli olan tepki vermeyen genç ya da çocuktur. Klinikte bu tepkisiz çocukların nihai hallerini görüyoruz maalesef.

    Çocuklarımızla ne çok önden giderek, aceleyle (biz öyle istediğimiz için) onlara yük yüklemek, ne de süreçte – çocuğu gözden kaçırıp geriden giderek, bebekçe iletişim, iletişim değildir.

    Otobüste karşımda annesi kucağındaki bir çocuk onun her dediğine aksi cevaplar veren bir tavır içindeydi. Dikkatimi çekti, ona usulca ve bilerek “ Ama sen çok güzel bir çocuksun” dedim. Bir denemeydi bu ; zaten cevabı: “ Hayır sen çok güzelsin işte ” oldu.

    Sordum, çocuk üç yaşındaydı, cinsel kimliğinin farkındalığıyla negatif davranışlara tutunuyordu büyüyebilmek için.

    Soyut düşüncenin henüz gelişmediği başka bir küçük kız hikayesi de şöyle : babamın ne iş yaptığı sorulmuştu, “soba yakıyor” demiştim. Evimizin sobasını o yakardı.

    Oldukça zor olan dönemler genelde bilinenin aksine, ergenlik değil, ergenlik öncesi 11-13, 13-15 yaşlar arasıdır; gençler hayaller ve hüzünler ve felsefi düşüncelerle her durumda risk alırlar. Yorgunluk ve kırılganlıklar, organize oyunlarla çok hoşturlar –eğer geçirdikleri dönem hakkında bilgimiz ve saygımız varsa elbet.

    Sanki ruhları hızlı fizik gelişimlerinin ardından sürüklenir. Bu dönemde mesela, belli etmeden geriden takip edip gözlersek, sırlarını ve özellerini gerek gördüğünde size danışmasına şans vermiş oluruz her iki tarafa da. Saygılı ve ilgili iletişim yolunu böyle bulabiliriz.

    Çocuk oyunları ve el yazıları da ayrıca değerli birer iletişim araçlarıdır. Üç yaşlarında elinde ki kalemle yaptığı karalamalar, bağımsız – kendiliğinden olan , kendi hareketlerinden zevk aldığı bir dönemi işaret eder.

    Bu karalamaların kalitesi ( grafolojik anlamda) eğer biz serbest bırakırsak, ileriki el yazısı yani kişilik özelliklerini ifade ediyordur.

    “Oyunlarında çocuk sanki espriler temelinde bir hareket ve bilinç dışına bir dalışta bulunur “– Freud. Çocuk oyunundaki dürtüsel doyumlar gerçek dünyanın maddi nesnelerine yaslanmadır. Böylece düşlerin yaratılmasını – hayali masallar, gündüz düşleri gibi – gerçekleştirme ihtiyacını hisseder. (Tiyatro oyunundaki gibi ).

    Oyun böylece ,kendi ruhsallığı içinde bir tehlike oluşturmaz. Zihin tasarımları ve dürtü doyumları, oyun oynama eylemi ile canlandırılır, diğerleriyle iletişime geçer ve gerçeklik üstünde egemen olmanın güvenini kazanır.

    Oyundan tasarımlaştırmaya geçer. “ Oyun, iletişim için destek sağlar “ -Freud . daha sonraları da psikodrama , iletişimin kapılarını açar bize. Bilgelik ve saygı ve ustalık ister iletişim, iletişim böyle kurulabilir ancak.

    Çocukla iletişimin ne kadar yeterli olduğunu, ondan aldığımız geri bildirimleri dikkat ve sükunetle gözleyerek sağlamasını yapalım. Ancak, “ Dumanın ağırlığını “ ölçer gibi hafif – titiz ve saygılı iletişim eylemleriyle ona usulca sokularak, yaklaşarak.

    İletişim yollarından biri de onları el yazılarıyla takip edebilmemizdir. Bir iletişim aracı olan el yazısı bir grafik tasarımdır. El yazıları tetkiki son derece vasıtasız ve yalın – doğal araştırma metodudur. İşte sizlere göstermek istediğim bir grafik iletişim ürünü olan 17 yaşlarındaki bir çocuğun el yazısı. Araba hırsızı olduğu düşünülen bu çocuk şartlı serbest bırakıldığında tekrar suç işleyip tutuklanmış.

    Çemberdeki grafikte, içe dönük ve dürtüsel alanın ve sezgisel alanın yoğun olduğu görülüyor. Onları hassasiyetle anlayabilmeyiz, dumanın ağırlığını ölçer gibi…

    Bu örnekle yazımı tamamlıyorum şimdilik… Saygıyla.







16 Tem 2008

Artimento Dergisi - Obsesif Kompulsif Bozukluk

  • İnsanın ta kendisi olan onun stili, kompleks ve tümüyle onun olan bir ifade davranışı semasıdır. Chopin'in kom­pozisyonlarını, Aytaç'ın heykellerini, Dali' nin resimlerini hep stilinden fark ederiz. İste el yazısı da Allport' un deyi­miyle 'kişiyi algılamak için zengin hır kaynak olan ifade davranışlarından biridir, bir motor-ekspresif harekettir.



    Klinikte el yazılarını, diğer projektif testlerle birlikte, tanıya yardımcı olarak kullanıyorum. Ancak bu araştırma­ya hastaları görmeden, yani tam tersinden başladım. Bu tanıyla yatırılan hastaların el yazılarına baktım. Az sayıda görmüş olduğum obsesif kompulsif bozukluk bana tam tersi derecede iyi bir süpervizyon verecekti. Söyle ki, bu yazılara sadece baktım, neyi görmem gerektiğini bilmeden. Ancak iyi bildiğim, üzerinde inana­rak durduğum psikografolojik zemindi. OKB' nin işte bu topraktaki iz düşümünü (projeksiyonunu) incele­yerek bakalım nerelere varacaktım. Tedirgin, heyecanlı ama çok zevkli bir yolculuğa başladım. size anlata­yım.
    El yazısı özelliklerini belirleyen grafik işaretleri, Roman Staempli Psikogramı' nda, yazının hareketi, formu ve düzenlenmesi ana başlıkları altındaki sayılarca çok kriterle inceledim. Sonra yazılardaki sadece ortak olan bulguları, bahsettiğim skala üzerinde bir ile beş arası bir ölçekle işaretleyerek, hiyerarşik bir sıralama izleni­mi veren bu düzenden çıkararak, alan sembolizmini gerçekleştirebilen bir çemberin içine yerleştirdim bu or­tak bulguları. Bu çemberde ortaya çıkan profil (OKB el yazılarından alınan bulguların arkasındaki) hastalığın özelliklerini anlatmalıdır. Tabii ki OKB tanısı dışındaki diğer el yazılarında bu semptomlara çok daha az rastlanıyor veya anlamsız derecede rastlanıyorsa.


    Grafik göstergelerin, çemberdeki profili nasıl biçimlendirdiğini görelim:

    Bir ile beş arasındaki bu değer biçme, ya ölçülerek yapılır yada nicelik (göstergenin belirginliği) veya tekrarla­ma sıklığının değerlendirilmesiyle. Yorum getiren sonuçtan bağımsız, objektif olarak.

    Kağıtların genel izleniminde, bazılarındaki düzenli sol marjlara rağmen, alanın-kağıdın karışık ve düzensiz olu­şu dikkat çekiyor. Satır çizgilerinde sıklıkla sapmalar var. Formların meydana getirilişleri esnek değil. Ka­lem darbelerindeki kırılmalar ve genişlemeler, formun bağlı olduğu bütünü bozuyor. Yazının kağıda yayılmasında inatçı bir rijidite var,
    şöyle ki; dikey ve yatay kalem darbeleri, sıklıkla birbirini engeller tarzda ve geri dönüp çizginin üstünden tekrar çizme eğilimi esnekliği engelleyerek yazı hızını sanki donduruyor.

    Kalemi oldukça bastırıyorlar (tansiyon) ancak monoton bir gerginlik var yazılarda.
    Kağıdın beyaz kısmı daha az görünüyor (psişik enerjiyi kuvvetle boşaltıyor kağıda). Harflerin yukarı bölgeleri, kas gerginliği sebebiyle, genellikle daha uzun. Aşağı bölge ilmekleri açık veya yok gibi kısa. Bunlar bir grup kasın (fleksör) gerilmesiyle, bir başka grup açıcı kasın parmakları gevşeterek hareketi yukarı çekmesiyle olu­şurken, fleksörün hareketi hoş duygulara eşlik eder, ekstensörlerinki, daha bir zorlama olarak hissedilir. Kontrol, ket vurma veya yetersizlik gibi. Bu durum performans halinde, harf ilmeklerinin uzunluğunu ve formunu etkiler, organisitede olduğu gibi.

    Yazının anlamlı bir kısmında organisite izlenimi görülüyor.
    Elimdeki yazılarda bağlantı formları kullanılmamış olduğundan (kitap harfi), bu kriter değerlendirilmiyor. Hareket neredeyse durağan ve tabi ki ritim neredeyse yok. Harflerin orta bölgelerinde (aktüel alan) düzensizlik görülüyor; tamamlanmayan formlar, satıra yerleştirme bozukluğu, hareketsizlik ve yön değişmeleri gibi. Bu bölge, egonun kendini ifadesi ve sosyal ilişkiler yoluyla bilinçli bir uyuma ait olan alandır. Harflerin alt uzantıları, tamamlanmamışlık veya orta bölgelere ters yönde vurgular. Bu alan biyolojik zorunlulukların daha bilinçli olduğu, derinlik denebilen kısımdır. Sanki ihmal ediliyor ve enerjisi, kalemin kağıda fazla bastırılışıyla gerçekleştiriliyor (basınç yazı karakterinin derinliğidir).

    Yazılar sola eğime daha yatkın (sağa eğim görülmüyor), çevre ile ilişkilerindeki israrlı vaziyet alışlar.

    Bütün bu bulgularıyla, oldukça regrese yazılar bunlar. Hatta bu hastaların organisite yönünden de incelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
    Sonuçta bu yazı özellikleri beni, onlarca olgu görülerek belirlenmiş olan obsesif kompulsif bozukluk semptomlarına götürüyor ve bu semptomları artık tanıyorum.

    Psk. Dr. Nursu MARMARA
    Artimento 2000
    Sayı: 4

Hayalet Gemi Dergisi


  • Hayattaki eşiklerden bahsedilirken insanın hayata örümcek ağları gibi tutunabilmesi fikrine varmıştık...(Eşik Sayısında)






  • Hayalet Gemi'nin Mektuplar Sayısında ise Nazım Hikmet'in elyazısı analizi vardı... Bu analiz hatırladığım şiirleri ile ve hayatının dönemleri ile ne kadar paralel çıkmıştı...

20 Ağu 2007

TURKİYE' DE GRAFOLOJİ

  • Türkiye' de grafoloji konusuna gelince; bu alanla Adli Tıbbın ilgilendiğini görüyoruz.

    1952 de, Dr. Hayrettin Dalokay' ın, Dr. Folco Domenici' den çevirisi: "El yazıları Ekspertizliği “ ve 1953 de, Dr. Hayrettin Arıpınar' ın makalesi: "Adli Tıp Bakımından Yazı Fizyolojisi ve Yazı Bilimi" var.

    Her iki yazarın da, " yazı şahsiyetin bir ifadesidir ve onun teşhis ve tefrikini, ancak kriterlerini etüt etmeye çalışmış bir hekime bırakılmalıdır, diyen görüşlerini geçerek, Türkiye' de grafoloji konulu çalışmaları ararken, işte aynı dönemde; İsmail Hakkı Baltacıoğlu’ nu buluyorum…. ve yolum birden aydınlanıveriyor.

    Baltacıoğlu, 1954 de; "mahkemelerimizde konu, yazı, imza, senet ve taklidi - tahrifi - yazıya yazı katma olunca, çağırmalı?, yazıdan anlayan kimdir?" sorularını sorarak, o tarihlerdeki durumu anlatıyor. ” Hattatlar, ressamlar, mühürcüler, başkatiplerdir ve artık öğrenmek gerekir ki, Türk mahkemelerinde bu işlerin temeli, grafoloji ilmidir ve psikolojinin bir koludur" diyor.

    Ona göre grafolog olmanın ilk şartı, Tanrı vergisidir. Bir grafoloji duygusu (sens grapholojiqe) vardır ki, herkeste yoktur; müzik, şiir, hitabet gibi. Ancak bu duygu yeterli olmayıp, bilim - metot insanı da olmalıdır, tarzındaki düşünceleriyle Baltacıoğlu.' nu merak ederek; onun, çocukluğundan beri sürekli olarak yazı, resim, süsleme sanatlarıyla uğraşmış olan biri olduğunu ve sonra 1910’lar da Paris'te sosyoloji, psikoloji, sanat tarihi ve estetik araştırmaları yaptığı ve Ankara - İstanbul mahkemelerinde bilirkişi grafolog olarak yüzlerce el yazısı görmüş, sanatkar ve aydın bir bilim insanı olduğunu öğreniyorum ve kendisinden sonraki yayınlarda bu değerden hiç bahsedilmemiş olmasını anlayamıyorum.

    Baltacıoğlu' nun grafologlar için kullandığı "yazı psikologları" deyimi ile, "yazı bilirkişileri Grafolog - psikolog olmadıkça, bu işte hiçbir yetki taşımazlar, gerçek budur". diyerek bu konudaki kargaşaya o daha 1954 sıralarında, kesin bir açıklama getirmişti.

    Kimya laboratuarları konusunda da; bu işte tek yetkili yerler olmadığını söylerken, mürekkep tahlillerinin bazı şeyler öğretebileceği, hatta bazı gerçeklerin yalnız mürekkep tahlilleriyle anlaşılabileceği, ancak kimya laboratuarlarının, bunun dışında yapacağı işin olmadığını; grafoloğun gözleriyle yapacağı incelemeyi, hiçbir laboratuar tahlili ve hiçbir büyütücü aracın yapamayacağını belirtir.

    Türkiye’de grafoloji konusuna devam ederken, gene Adli Tıp'ta bulabildiğim, bir uzmanlık tezi: "Sahtecilikte Yazının Değeri ” en yeni yayın olan, 1992 tarihli, "Adli Tıp Açısından Grafolojinin Önemi".




    Bu çalışmalardaki bazı noktaları eleştirmeden geçmek, Türkiye'de grafoloji ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu adına büyük haksızlık olacaktır.

    Bahsettiğim birinci yayında; yargı organlarınca gönderilen belgelerin, hangi grafolojik yöntemlerle ve hangi kriterlere göre tetkikinin yapıldığı?; " utangaç eğilimliler “ cimri eğilimliler ", hangi bilimsel veriler bu gibi özelliklerin grafik bulgularını belirleyebilmiştir?; konu el yazılarının kişilik analizi midir, yoksa sahte yazıları ayırmak mı? "Dosyaların sahtecilik yönünden değerlendirilmesi, yurdumuzun coğrafi bölgelerine göre yayılma
    durumunu saptamak amacı “ ile yola çıkılan bir konu ile, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sahteciliğin yaygınlaştığı (?) sonucuna varıldığında, hangi bilimsel hedefe
    hizmet edildiğini kavramak imkansız.

    Gelelim ikinci kitaba: Gene 1946’lardaki Frayssinet (kimdir belirtilmemiş), 1950’lerdeki Domenici' ye sıkı sıkıya bağlılıkla, "ancak hekimler grafolog olabilir" saplantısının hala devam ettiğini, hem de bu yıllarda Türkiye'de güzelim Baltacıoğlu; dışarıda da, Lewinson ve Zubin, Saudek, K.Roman, Robert Heiss, James Crumbaugh ve diğerleri varken devam ettiğini görüyor ve bazı yanlışları düzeltiyorum:

    İmza, yazarın diğer yazılarından oldukça değişik bir karakter taşımaz. Normal bir yazıda sözcük içinde duraklama ve kalem kaldırma görülür; ayrıca, grafolojide, patolojiyi haber veren, " anahtar sinyaller" vardır; ancak, " normal yazı " kavramına rastlamadım. Yazıda,
    "yedi temel karakteristik bulgu" da ısrar edilirken, yazının "boyutu" ve yazının "işlerlik derecesi"ni anlayamadım ve uluslararası grafolojik terminolojide-bulamadım. Son
    olarak; yazı türlerini çeşitlemek, dipsiz bir kuyudur ve yazı örneğini sorgularken, bu çeşitlemelerin ne faydası olacaktır ?

    Sonuç olarak, grafolojinin en saygın olduğu bölgenin Avrupa olduğunu ve son zamanlarda Amerika'da da bu konuya ilginin arttığını görüyoruz.
    Türkiye’de, yüzlerce el yazısı. çalışması yaparak bu alana emek vermiş insanların bıraktığı, geniş ve bereketli bir yer var. Sanıyorum ki bu toprağa dikilecek küçük bir fide bile, kilometrelerce uzaktan hemen fark edilecektir.

EL YAZISI NEDİR ?

  • El yazısı, sinirler yoluyla beyinden ele taşınan bir mesajın iletilmesidir. Bedenin sade, gösterişsiz bir kısmı olan parmaklar, beyinden alınan mesajı kağıda geçiren, araçlar olarak çalışırlar. Böylece biz burada, düşüncenin, anında yapılan bir kaydını ve aynı zamanda, kendini ifade etme tarzının son derece dolaysız olan bir şeklini sağlamış oluruz.

    İnsan hem lisanı kazanmayı, hem de sağ elini kullanmayı hemen hemen aynı gelişim süreci içinde başarıyor. Wilhelm Preyer, grafik hareketlerle zihin süreçleri arasındaki ilişkiyle ilk ilgilenen kişidir. El yazısının gerçekte, bir zihin yazısı 'brain writing' olduğu kavramı, Preyer tarafından 1695 de formüle edilmişti.

    Sonuç olarak; sağ eli ve lisanı kullanma, sadece insana has bir özelliktir ve el yazısı, durağan görünümüne rağmen aslında, etkinlik içine zapt edilmiş değişme halindeki bir formdur. El yazısı hareketinin ritmi, denilebilir ki, yaşayan canlı formun ritmik nabız atışını gösterir.
    Buradaki 'değişme ve kalıcılığın diyalektiği’, zaten hayatın karakteristiğidir.

GRAFOLOJİ

  • İfade edici davranış veya davranışın kendini ifade ediş tarzı, çevreye uyum sağlamaya yönelmiş değildir (non adaptive).

    Bireyin görülebilen davranışı, onu diğerlerinden açıkça ayırt edilebilir kılan havası veya stilidir. Kişinin şahsiyeti, aşağı yukarı, takındığı davranış stilinde kendini gösterir. Bu özel tavır ve hareket bizi, kişiliğin tek bir bütün - biricik olduğu ve iki şeyin kuvvetle ilgili olduğu düşüncesine götürür; kişinin kendisini açıkladığı, bildirdiği davranış (expressive behaviour) ve kişilik. Bu açıdan birey, diğerlerinin görmekte olduğu kendisine has olan tarzı içindedir; kibirli bir anlatım, dostça el sıkış gibi. İşte bu potansiyel nitelik göstergeleri, psikologlar için birer araştırma kaynağıdır.

    Davranışın açıklayıcı, bildirici olan bu anlatım yönü, oldukça tutarlı ipuçlarıyla ortaya çıkar ve kişinin düşünce, hedef ve yargılarının sonuçlarını bu yolla görebiliriz. Davranışın açıklayıcı, kendini anlatan yönleri, biçim ve özünde, kişiliğin özelliklerini verir. Kendini açıklayan çeşitli nitelikler, sadece diğer insanlar üzerindeki etkilerinden dolayı bile, üzerinde çalışmaya değer özelliktedir.